Kabir Helmisnki’nin Sufi Kitap tarafından yayınlanan İlahi Huzurda Kitabından alıntılanmıştır.

Tasavvuf daha derin bir kimliğin keşfedilip yaşandığı bir pratik ve hayat yoludur. Bu daha derin kimlik ya da Öz Benlik, yüzeysel bir kişiliğin ötesindedir ve Hayat Kaynağı ile uyum içindedir. Öz Benlik, yüzeysel kimliğin çok ötesinde bir farkındalıkla, eylemle, yaratıcılıkla ve aşk yetileriyle donanmıştır. Zamanla bu yetilerin daha üst bir Varlık’a ait olduğu ve ondan hiçbir zaman ayrı değilken her birimizin kendimize has yollarla onu kişiselleştirdiğimiz ve somutlaştırdığımız anlaşılır.
İslam, kaynağı itibariyle teslim olmaktır: İlahi olanla bireysel kendiliğin uyumlanmasıdır. Tasavvuf teslimiyetin bu evrensel halinin yoğunlaştırılmış, niyetsel bir ifadesidir. Tasavvuf, bir doktrin ya da inanç sisteminden ziyade İlahi olana karşı deneysel bir yaklaşımdır. Öz hakikati zamanın içinden ileriye taşıyan bir aydınlanma geleneğidir. Ancak gelenek, dinamik ve canlı bir şekilde anlaşılmalı; geleneğin ifadesi, geçmişin dini ve kültürel formlarıyla kısıtlanmamalıdır. Kuran’da ifade edilen ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) karakterinde vücut bulmuş olan İslam’ın gerçeği, her devirde yeniden formüle edilmeli, yeni ifadelerle hayat bulmalıdır.
Bu gelenek, İlahi Hakikat’i unutmamıza yol açan her şeyi ve dünyevîliği eleştirir, öyle de yapmaya devam edecektir. İnatla materyalist olan bir topluma asla ödün vermeyecektir. İflas etmiş maddiyatçı bir kültürün labirentinden çıkış yoludur ve öyle olmak zorundadır. Ancak daha da önemlisi, anlama ve refaha bir davettir.
Tasavvuf, bugün bildiğimiz haliyle İslamiyet’in tarihi ve kültürel matrisi içinde gelişti. İslamiyet, tüm zamanlarda peygamberlerin getirdiği temel mesajın en son ifadesi olarak vahyolundu. Kuran bizi egoizmden uyandırmak ve manevi yanımızı hatırlatmak üzere gelmiş olan sayısız peygamberi ve nebiyi tanır ve kabul eder. Temel mesajın zaman içinde sıkça bozulduğunu öne sürerken aynı zamanda geçmişteki vahiylerin geçerliliğini doğrular.
İslamiyet’in evrensellik argümanı sadece tek Tanrı ve O’nun tüm insanların ve gerçek dinlerin Tanrı’sı olduğu inancı üzerine kuruludur. İslam kendisini İsa, Musa, Davut, Süleyman, İbrahim ve diğerleri gibi ismi kutsal kitaplarda açıkça anılan yüce peygamberlerin yanı sıra ismen zikredilmemiş ama her kültürde mevcut diğer aydınlanmış varlıkların ortaya koyduğu bilgelik olarak görür.
Engin İslam geleneği on dört asrın üzerinde bir süreçte, manevi literatüre eşi benzeri görülmemiş bir katkı sunmuştur. Kuran’ın yol gösterici prensipleriyle, Hz. Muhammed ve sahabelerinin kahramanca faziletleri manevi aşkın ve bilincin hızla gelişmesini sağlayan bir güçtür. Bugün tasavvuf yolunda ilerleyenler işte bu eşi bulunmaz bilgelik ve literatür hazinesinin varisleridir.
Köklerini Hz. Muhammed’in devrinde salan tasavvuf, kendi doğal seyrinde bir ağaç misali dallanıp budaklanmıştır. Bu dallar diğerlerini rakip olarak görmez. Günümüz dünyasında Sufizm adı altında farklı gruplar vardır. Bir kısmı hem şekil hem de öz itibariyle İslam’ı temel alırken, diğerleri özde Müslümanlığı kabul eder ancak şekil itibariyle geleneksel değildir.
Tasavvufun kabul ettiği temel bir gerçek varsa o da Varlık’ın birliğidir. Bütün yaşam, her bilinçli birey ve tüm yaşam ifadeleri bu Birlik’e iştirak eder. Birbirimizden ayrı gayrı değil, zamanın ve mekanın ötesindeki bir boyutta bu Birlik’e iştirak ederiz. Her duygu ve düşünce, zaman ya da mesafeden bağımsız bir yolla iletilir. Çağımız bu gerçeği, günümüzde iletişim ve ulaşım yolları dünyamızı küçülttüğünden duygusal bağlamda ve bilimdeki gelişmeler nedeniyle de zihinsel bağlamda takdir edebilecek en mükemmel pozisyondadır. Biriz: tek insanlık, tek ekoloji, tek evren, tek varlık. Adına layık tek bir gerçek varsa o da Hakikat’e dahil olduğumuz, ondan ayrı olmadığımızdır. Bu gerçeği fark etmenin, kim olduğumuza dair algımız, diğer insanlarla olan ilişkilerimiz ve yaşamın her hali üzerinde etkileri vardır. Tasavvufun özünde yaşamın içinden akan Aşk’ı ve suretlerin arkasındaki birliği fark etmek yatar.
Tasavvufun temel bir yöntemi varsa o da Allah aşkını ve O’nu zikri geliştirebilmektir. Mevcudiyet hali bizi bu dünyaya olan esaretimizden ve psikolojik süreçlerimizden uyandırmaya başlayabilir ve kozmik Aşk, İlahi olanı algılayabilir. Aşk aklın en yüksek mertebedeki aktivasyonudur çünkü aşk olmadan, manevi, estetik, toplumsal ya da bilimsel olarak kayda değer hiçbir şey gerçekleştirilemez.
Teslimiyetin manevi hali anlamına gelen İslam, aşıkların özelliğidir. Aşıklar Aşk’la arınmış, kendilerinden ve niteliklerinden azat olmuş, tamamen Sevgili’ye odaklanmıştır. Bu demektir ki mutasavvıflar kendilerine has niteliklerin esaretinde değillerdir çünkü kendilerini ve sahip oldukları her şeyi Kaynak’a ait görürler. İlk mutasavvıflardan Şibli: “Sufi her iki dünyada da Allah’tan başka bir şey görmez.” der. İçimizdeki kayda değer her şey kaynağını Varlık’ın birliğinden alır.
Bu kitap manevi yaşamın temel bir özelliği hakkındadır: Mevcudiyet ve bu mevcudiyet hâlinin nasıl hatırlayışa doğru evrilebileceği; bu hatırlayışla da temel insanî niteliklerimizin nasıl aktive edilebileceği.
Ebu Muhammed Mutaiş der ki: “Sufi, adımlarıyla düşünceleri aynı tempoda olan kişidir yani tamamıyla mevcuttur: Ruhu bedeninin, bedeni de ruhunun olduğu yerdedir; ruhu ayaklarının, ayakları ruhunun olduğu yerdedir. Bu, yitik olmaktansa mevcut bulunmanın bir işaretidir. Diğerleri ise bunun aksini söyler: ‘Kendinde yitik ama Tanrı’da mevcut.’ Aslında durum böyle değildir: Kişi hem kendinde hem de Tanrı’da mevcuttur.”
Günümüze hakim olan kültür yanlış bir algının sonucu olarak ortaya çıkmıştır: Maddiyatçı, yabancılaştırıcı, nevrotik boyutta bireyselci, narsist ancak kaygı, suçluluk ve utançla dolu. Tasavvuf bakış açısına göre insanlık bugün gizli bir zulmün, egonun zulmünün altında ızdırap çekmektedir. Sayısız sahte ilaha tapmaktayız ama hepsi de egonun formlarıdır.
İnsan egosunun, en saf manevi değerleri dahi türlü türlü gasp etme yolları vardır. Gerçek sufi, erdemlere ya da hakikata dair kişisel iddiaları olmayandır çünkü en iyi halimiz kaynağını İlahi Olan’dan alır. Bizim işimiz mevcudiyeti ve şükran duygumuzu geliştirmek, yavaş ama emin adımlarla benlikten arınmış bir sevgi hâline doğru gelişmektir.
Mevcudiyet ve bu mevcudiyet hâlinde mümkün olan bilinçli aşk, çağımızın yaygın maddiyatçılığı, bencilliği ve şuursuzluğu karşısındaki en güçlü çaredir. Sahte benliklerimize olan takıntımız ve Varlık’ın Birliğine arkamızı dönmemiz nedeniyle kendi Öz Benliğimizi yani İlahi kıvılcımımızı da kaybettik. Tanrı’yı unutarak kendimizi de unutmuş olduk. Tanrı’yı hatırlamak kendimizi hatırlamanın başlangıcıdır.